2 Temmuz 1993’ten Bugüne Alevi Örgütleri… Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya ile konuştuk…

 

2. Zeynem Arslan: Hocam, çoğu çalışma bu tarihte yaşananların Alevi kurumları için bir “tutunma noktası”, “örgütlenme sebebi” olduğunu ileri sürüyor. Katliamın üstünden 26 yıl geçti. Sizce bu tutunma ile örgütlenme sebebinin geçerliliği ölçeğinde, Alevi kurumları şu anda hangi sebeplerle örgütlülüğe kayda değer bir biçimde bağlılık gösteriyorlar? Bu kurumların varlık nedeni nedir? Üstelik, bir dönem oldukça radikal bir biçimde muhalefet edenlerin Alevi kurumlarında kümelendiği iddia edilirken ve Alevi inancı hala siyasal düzlemde bir kabulü elde edememişken, buna rağmen bu alandaki radikal muhalefet dili – terk edilmese de – geri çekilmişe benziyor. Bunun sebeplerini de düşünmek kaydıyla, bu geri çekilmeye rağmen/onunla birlikte hala örgütlülüğe ilişkin bir yüksek hassasiyetten söz etmek mümkün mü, ne ölçüde mümkün ve bunu nasıl anlamalıyız?

Ayhan Yalçınkaya: Sorunun girişine hemen itiraz edeceğim. Sivas Katliamı’nın Alevi örgütlenmesi için bir örgütlenme sebebi, tutunma noktası olduğunu iddia etmek, üç temel kusurla (hatta belki de, bunlardan biri kötü niyetlilikle) malül. Şöyle ki Alevi örgütlenmesi Sivas Katliamı’yla başlamadı. İster köy dernekleri modelini, ister Hacı Bektaş adıyla açılan kültür ve turizm derneklerini ya da yurt dışındaki işçi dernekleşmesini gözetin, nihayetinde bu örgütlenmenin tarihi ‘60’lı yıllara kadar iniyor. Böylesi bir argüman apaçık Alevi örgütlenmesinin tarihini yok sayan, „tarihi kendisiyle başlatan bir yaklaşım“ın ürünü olabilir ki Alevi hareketinin tarihi içinde her aktörün tarihi kendisiyle başlatmak gibi bir hastalıktan muzdarip olduğunu da biliyoruz; eğer bu iddiayı ortaya atan onlarsa. İkincisi, sorunun sonunda dile geldiği gibi, eğer bir dönem radikal bir muhalefet dilinin, radikal, özellikle sol radikal kesimlerin Alevi örgütlülüğüne aktığı veri sayılıyor ya da iddia ediliyorsa, bunun açık anlamı Alevilerin örgütlenmenin gerek kendisini ve gerekse çeşitli biçimlerini Sivas Katliamı’ndan önce deneyimlemiş olduğudur. Öyleyse bu argüman bu haliyle de kusurludur. Aleviler en azından sosyalist muhalefet içinden getirdikleri bir örgütlenme deneyimine sahiptiler. Hadi sosyalistleri bir kenara koyalım (koyamayız ama), Alevilerin kendi deneyimlerini nasıl ihmal edebiliriz ki? Her şey bir yana bu ülkede bir (Türkiye) Birlik Partisi deneyimi yaşanmadı mı? Bu bir örgütsel deneyim sayılmıyor mu? Nihayet üçüncü ve çoğunlukla liberal, sol liberallerin dillendirdiği, İslamcıların da onlardan öğrenip tepe tepe kullandığı bir diğer kusura geliyoruz. Sivas Katliamı’nı Alevi örgütlenmesi için bir „tutunma ve örgütlenme“ sebebi saymak, bu örgütlerin varlık nedenini, alttan alta Alevi toplulukların yani “mazlum-mağdur ama iktidar arayışı içinde olan“ kurbanın örgütlenmeye girişmesi demek olarak okunmaya açık hale getirir ki Alevilere ilişkin bu yaklaşım bugün siyasal hayatını AKP’nin militan kanadında umutsuzca sürdürmeye çalışıyor. Bunu yapanların önemlice bir bölümünün ister İslamcı, ister sol ve liberal ya da sol liberal olsun, önemlice bir bölümünün akademisyen olduğunu söylemeye bile gerek duymuyorum.

Sorunun devamını yanıtlayabilmek için bir iki küçük not düşeyim. Alevi örgütlenmesinin bugünden geriye doğru tarihine baktığımızda, bu tarihin monoblok olmadığını görürüz. Yekpare, homojen bir örgütlenme tarihi yoktur ki ona yekpare, homojen bir don biçelim ve sonra, o don eskiyince de, diyelim “aaa, bu giysi eskidi ama bunlar hala örgütlü; neden ki?” Böyle bir şey yok. Alevi örgütlerinin en gerisinde, en azından benim görebildiğim kadarıyla, bir sosyal örgütlenme deneyimi var. Ne demek bu? Alevi örgütleri şehirlerde, özellikle büyük şehirlerde bir tür „sosyalleşme ihtiyacı“ nedeniyle beliriyor diyebiliriz. Bu sosyalleşmenin içeriğinde, lokallerde bir araya gelip kağıt, tavla ya da okey oynamaktan tutun da, hemşehrisiyle, köylüsüyle tanışma arayışına, evlenecek oğluna kızına gelin damat arayışına, evin bunaltıcı ortamından erkek erkeğe bir muhabbete kaçışa kadar (çünkü „ev kadındır“) her şey bulunabilir. Örgütlenmenin ikinci evresi ise bu örgütlerin giderek dayanışma örgütlerine doğru evrilmesidir. Artık yalnızca bir araya gelişlerin mekanı değildir örgütler; bu bir araya gelişler bir dinamizm doğurmaktadır. İhtiyacı olanlar için yardım kampanyaları düzenlemek, ortak kimi sosyal faaliyetler yapmak (piknikler, kahvaltılar, konserler düzenlemek gibi), kamu güçleriyle sorun belirdiğinde ortak hareket etmek ya da en azından bunu ortaklaştırmaya çalışmak gibi çeşitli dayanışma biçimlerinden söz edilebilir. Üçüncü evre, artık yavaşça (kimi yerlerde, örneğin Federal Almanya’da hızlıca geride bırakılmış olan, hak arayışı temelli örgütlenme evresidir ki bu dönemde örgütler apaçık (en azından en önemlileri) demokratik kitle örgütü mahiyetine bürünürler. Artık insanları bir araya getiren şey „Alevi olup olmamaları“nın yanı sıra, diyelim „temel yurttaşlık haklarından yoksun olmak-olmamak“ meselesidir ve ilgili örgütün tüzüğünü, programını kabul eden herkese kapılar açılır. Şu anda Alevi örgütlenmesinin dördüncü evresindeyiz ve sorunuzun içinde geçen bir yan soru doğrudan bununla ilgili işte. Bu evre artık Alevi örgütlerinin demokratik kitle örgütü ya da hak arayışı temelli örgütler olmaktan çıkıp bir „inanç örgütüne dönüştüğü“ ya da „dönüşmeyi arzuladığı“, bunun için gerek iktidara, gerekse kendi içlerinde birbirlerine karşı kızışmış bir mücadele verilen evredir. Bunun tipik örneği de F. Almanya’daki AABF’dir. AABF, artık, adını da değiştirerek tescil ettiği üzere, bir „inanç örgütü“dür. Alman anayasının inceliklerine girmeyeyim, o çok sevgili KHK’lı akademisyen arkadaşımız Dr. Pınar Ecevitoğlu’nun işi. Türkiye’de ise bunun tipik örneği sayabileceğimiz örnek, bu alandaki iddialarının eskiliği ve kat ettiği yol ölçeğinde CEM Vakfı’dır. Aslında CEM Vakfı, bu anlamda AABF’nin öğretmenidir bile diyebilirim. Hatta belki de bu vakfın AABF’ye git-gelli gerilimli ilişkisi içinde seyreden düşmanlığı da ondandır: Öğretmenin yapamadığını, öğrencisi yapmıştır. Çünkü daha bir inanç örgütüne dönüşmek AABF’nin aklında bile yokken, CEM Vakfı kurulduğu günden bu yana bunun için hem diğer Alevi örgütleriyle kavga içinde, onları tam da bu nedenle zaman zaman terörist olmaktan tutun da, ihbar etmeye kadar bir dizi faaliyet yürüttü, hem de kendini özellikle AKP iktidarına pazarlamaya çalıştı ve hala da çalışıyor. Ama sanıyorum ki artık nedenleri sadece CEM Vakfı’ya ilgili olmamak üzere, bu treni kaçırdı. CEM Vakfı’nın örgütlenme tarzı bile, şimdi ayrıntılarına girmeyeyim ama buna uygundur; tek bir örnek yeter: „Alevi İslam İnanç Kurumu“ diye ucube, bir „Alevi Diyanet“i yarattı, bir fetva makamı. İçerik olarak birbirlerinden ne kadar farklı olursa olsun, Alevi örgütlerinin hepsinin (üst örgütler dahil) bugün bir İnanç Kurulu’na sahip olması ilginç değil mi?

İçeriklerini nasıl doldurdukları (bence aslında pek de birbirlerinden farklı, özgün bir biçimde dolduramıyorlar ama) bir yana, bugün Alevi örgütlerinin neredeyse ağırlıklı bütün failleri bir inanç örgütü olmak peşinde. Bunun için mücadele veriyorlar, birbirleriyle de, iktidarla da, hükümetlerle de. Bunu bir anlamda CEM Vakfı’nın baştan beri doğru yolda olduğuna ilişkin bir kanıt mı saymalıyız, yoksa demokratik Alevi örgütlülüğünün mücadeleyi kaybettiğinin işareti olarak mı okumalıyız? Ben ikincisinden yanayım. CEM Vakfı Aleviliğe dair (ne kadar geleneksel vurgular ve yollamalar yaparsa yapsın) bilindik her şeyi, koca bir mirası inkar etmekle kalmadı, imha etti ve yerine tümüyle uydurma ve tümüyle Sünni-Ortodoks dünyanın kodlarıyla imal edilmiş (inşa sözünü bile kullanamıyorum, apaçık imal  edilmiş) bir Aleviliği geçirdi, geçirmeye devam ediyor. Şimdi aynı yolu ne yazık ki diğer örgütler de takip ediyor. Burada şeytanın „Gör!“ dediğini görmek zorundayız: Kendinizi bir inanç örgütü, bir inanç topluluğunun temsilcisi, onun adına söz söyleme yetkisine sahip bir yapılanmaya dönüştürmüşseniz iki şeye ihtiyacınız vardır. Bunlardan ilki, sizin bu mahiyetinizi onaylayacak bir devlet ve buna uygun bir hükümet ve ikincisi, elbette o onayı alabilmek için ihtiyaç duyduğunuz, buna uygun bir Alevilik. Buradan hareketle doğal olarak bundan sonra işiniz gücünüz onay hakkına sahip olan devletin ve hükümetlerin hassasiyetlerini gözetmek ve elinizdeki malzemeyi ona göre biçimlendirmektir. Sorunuzun içinde geçen bir yan soru sanırım böyle açıklığa kavuşmuş oluyor. Eğer önceliğinizi devletler ve hükümetler belirlemeye başlamışsa (mikro düzeyde de düşünülebilir bu, yerel siyasetler düzeyinde) elbette eski radikal dil derhal geriye çekilmek zorundadır. Bunun ilk nedeni, hemen akla gelebileceği gibi, devletin adımlarına adımlarınızı uydurma zorunluluğudur ve radikal bir dil bunun önünde engeldir ama ikinci bir nedeni daha vardır: Daha önce radikal bir dille gündeme getirilen radikal talepler ya da radikal karşı çıkışlar, sadece devletle ilişkiler bakımından risk unsuru olduğundan değil, bir „inanç örgütü olmak“ iddiası bakımından da risk oluşturmaya başlar. Örneğin önceden radikal bir biçimde savunduğunuz laiklik talepleri ve buna bağlı itirazlarınızı yumuşatmak, geri çekmek, içini boşaltmak zorundasınız çünkü artık siz bir inanç örgütü olma iddiasındasınız ve laiklik üstüne yapılacak vurgu, bizzat sizin konumunuzu tartışma gündemine sokacaktır. Aynı şekilde, kimi taleplerinizi geri çekeceksiniz ya da yumuşatıp muhatabınıza uygun hale getireceksiniz. Daha da vahimi, örgütünüz bir inanç örgütü olmaya doğru evrildiği ölçüde, örgütsel bileşenlerinizi de buna uydurmak zorundasınız. Ama bu ayrı bir hikaye. Yeri gelirse değiniriz.

Son olarak iki noktaya dikkat çekmek isterim. Alevi örgütlülüğü şu anda tarihinin en dip noktasında. Artık bu pek yeni bir gelişme de değil. Örgütlülüğe ilişkin Alevi topluluklar içinde artık yüksek bir hassasiyetten söz etmek mümkün değil. Bunun da birkaç nedeni var. Alevi örgütleri bir inanç örgütüne doğru evrildikçe, yani hak temelli örgütler olmaktan çıktıkça, Alevi toplulukların da modernlikle karşılaşma deneyimleri dahilinde değişim gösterdiği ihmal edilmeksizin, önemli bir kesim için bu örgütler (aralarında hiçbir fark gözetilmeksizin, küçük nüanslar olsa bile) apaçık „dinci, gerici örgütler“ olarak kodlanmaya başladı; aralarındaki farklar „dinci“ ile „dindar“ arasındaki farka indirgendi. Ama nihayetinde ikisi de din merkezliydi. Bir diğer neden, inanç örgütü olarak kabul edilme bağlamında verilen yarış ve bu yarışın kirli siyasal bir çerçevede cereyan etmesi, örgütsel hassasiyeti düşürdü ve tam da örgütlerin bu yeni biçimlerinin ihtiyaç duyduğu biçimde, toplulukta bir siyaset düşmanlığı üretti. Yani paradoksal görünen ama aslında diyalektik bir gelişmeyle karşı karşıyayız: Alevi örgütleri inanç örgütüne dönüştükçe siyasallaştıkları doğrultuda bir inanç ürettiler. Oysa istedikleri inanç örgütü oldukça siyasetle daha çok mesafelenme arzusuydu. Oysa Alevi topluluklar, hiç istenmedik bir bağlamda ve biçimde, negatif olarak da olsa, bu süreci örgütlerden daha iyi okudular ve bu dönüşümü yaygın bir biçimde kirlilikle özdeşleştirdiler. Elbette bu özdeşleştirme de Alevi örgütlerinin kendilerini dönüştürmek için izledikleri yollar, kullandıkları araçlar da etkili oldu; örneğin yaygın tasfiyecilik gibi. Ama asıl örgütlenmenin başından beri sadıkane izlenen bir çizgi bu sonucu adeta bir yazgı gibi karşılarına çıkardı: „Siyasete düşman, devlete dost“ olmak çizgisi; bütün Alevi tarihinin birikimi hilafına ve aynı zamanda, tam da onun sonucu olarak.

Nihayet, şu “Alevi kurumları” ibaresine ilişkin de bir söz söylemek isterim. Bu ifade ya da adlandırma biçimi çok yaygınlaştı. Kurum nedir, örgüt nedir diye bir terim/kavram tartışmasına girmeyeceğim. Ama özellikle yurt dışında yaygınca kullanıldığı üzere, „kurum“ terimi sayesinde ilgili örgüt bir yanıyla kendini tam da temsil ettiğini iddia ettiği topluluğun isterlerinden ve iradesinden soyutluyor; adeta onunla kendi arasında hiyerarşik bir ilişki tesis ediyor. Elbette bu da en azından arkaik Aleviliği gözettiğimizde, Aleviliğin hilafına uygun. Çünkü hepimizin bildiği gibi bir Alevi kurumundan söz etmek demek, bu dünyada, örneğin Hacı Bektaş Dergahı’ndan ya da ocak örgütlenmesinden, Dedelik kurumundan, vb. söz etmektir. Şimdi diyelim Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (zaten bir inanç örgütü de olduğuna göre) eğer bir Alevi kurumuysa, tam da bununla uyumlu olarak tıpkı Dergah gibi bir kurum olduğu iddiasındadır ya da taliplerin bağlı olduğu bir Ocak, bir Dedelik gibi. Buradan hareketle Aleviliğin hilafınadır demiyorum: Alevilikte kurum ile talip arasındaki ilişki, sanıldığı gibi ve işine gelenlerin de dört elle sarıldıkları tarzda, hiyerarşik bir ilişki değildir; bir dışsallık, yabancılık ilişkisi vardır. Bu, tarih içinde hiyerarşik bir ilişkiye evrilmiştir, elbette; ilgili koşullara demokratik yanıtlar üretilmediği ölçüde. Şimdi AABF de tam bu verilemeyen demokratik yanıtların boşluğunu dolduran bir hiyerarşik düzenin parçası! Ama aynı anda bu hiyerarşiyi geçmişe, Alevi kurumlarına atıfla gizlemiş oluyorsunuz; kurum dediğiniz anda. Bunu da kim istemez? Basitçe örneğin AABF’nin bir politikasını eleştirmek, Dergah’ı eleştirmek gibi bir içeriğe kavuşuveriyor ve böylece ilgili örgüt inanılmaz çeşitlilikte manipülatif bir alana sahip oluyor. Ama bu her şeyin güllük gülistanlık olacağı/olduğu anlamına da gelmiyor elbette. Çünkü siz kurum terimselleştirmesi üzerinden ne kadar güçlü bir silaha sahip olursanız olun, hiyerarşiyi gizlemek üzere geçmişe bağlandıkça, demokratik refleksi de kendi içinizde, bugününüzde yaşatmak zorunda kalıyorsunuz ve bu da daha çok örgütte can buluyor. Böylece kurum ile örgüt kafa kafaya geliyor. Bu da ayrı bir hikaye işte. Başka bir hikaye ise, bu hiyerarşik düzenin örgütsel yapılanmada da kendini başka türlü göstermeye başlaması. Örneğin, inanç kurullarının artan ve giderek merkeze yerleşen rolü nedeniyle, Dedelerin de giderek merkeze yerleşmesi ve bu eşitsizlikçi hiyerarşik yapılanmadan, beklenebileceği gibi, artık pay istemesi, payını artırmaya çalışması gibi sorunlar ortaya çıkıyor ki bu da yeni bir çatışma alanı demek. Uzatmayayım. Ama sonuç olarak ben bunlara „kurum“ demeyi tercih etmiyorum; bunların tümü „Alevi örgütleri“dir.

2/7

 

Ähnliche Beiträge

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Diese Website verwendet Akismet, um Spam zu reduzieren. Erfahre mehr darüber, wie deine Kommentardaten verarbeitet werden.